Çoklu Zeka Kuramının kurucusu Howard Gardner, insanların bilgiyi çok farklı şekillerde işlediğini (mantıksal, görsel, işitsel vb.) söyler. Zekanın öğretilebileceğini, her insanın güçlü zekaları olduğu gibi zayıf zekalarının da olduğunu ifade eder. Ayrıca güçlü zekaların geliştirilebileceği gibi zayıflıkların da güçlendirilebileceğini belirtir.
Deneyimsel Öğrenme Teorisinin sahibi David A. Kolb, öğrenmeyi deneyimin bilgiye dönüştürülmesi olarak ifade eder. Kolb’a göre öğrenme, sırtını deneyime yaslayan ve sürekli devam eden bir süreçtir. Öğrenmede sonuç değil sürecin önemlidir ve öğrenme dünyaya bir uyum sağlama mekanizmasıdır.
Bu iki kuramdan yola çıkarak deneyimleyerek öğrenmenin diğer öğrenme ortamlarına göre daha kalıcı olduğunu söyleyebiliriz.
Öğrendiklerimizden en çok neleri hatırlıyoruz? En çabuk aklımıza gelen ve unutmadıklarımız oynadığımız oyunlar, eğlendiklerimiz, üzüldüklerimiz, şaşırdıklarımız, ufkumuzu genişleten, ilgi ve merakımızı uyandıran şeyler olmuyor mu?
Zihnimiz her şeyi anlamlandırmaya çalışır. Anlamlandıramadığımız hiçbir nokta kalmayana kadar boşlukları doldurur. Bu boşlukları da alışık olduğumuz, tahmin edebildiğimiz cevaplara göre tamamlar. Nörobilimcilere göre, ilgimizi çeken ve beklentimizin dışında seyreden bir olayı deneyimlediğimizde beynimizde yeni bir yol oluşuyor. Yani beyindeki eski yolları kullanmak bir işe yaramadığında beyin yeni yollar bulmaya çalışıyor.
Örneğin; bir sihirbaz elindeki kartı yok ettiğinde, ilk tahminimiz ceketinin içinden bir ip kullandığını düşünmek olur. Peki bu sihirbaz ne ceket ne de gömlek giyerse? Hatta ve hatta üzerinde kolsuz bir tişört olsa? O zaman iyice merak ederiz. Beklediğimiz gibi olmaması kafamızı karıştırır ve nasıl olduğunu bulmak için tahminlerde bulunmaya başlarız. Daha önce imkansız olarak gördüğümüz birçok düşünceyi dahi değerlendirmemiz gerekir. Beynimizi daha farklı düşünmeye zorladığımızdan ve birçok farklı duygu hissettiğimizden öğrenme de daha derin ve daha kalıcı gerçekleşir.
Jhon Medina; “Duygu yüklü olaylar, hafızamızda daha uzun kalır ve nötr anılardan daha doğru hatırlanır. Beynimizin duygu merkezi amigdala, dopamin nörotransmitteri -beyinde hücreler arası iletişimi sağlayan kimyasallar- ile doludur ve dopamini bir ofis asistanının post-it notlarını kullandığı gibi kullanır. Beyin duygu yüklü bir olay saptadığı zaman, amigdala sisteme dopamin salar. Dopamin, hafızaya ve bilgi işlemeye büyük oranda yardım ettiği için, beynimiz post-it notunda “Bunu hatırla!” yazmış olur. Beynin belirli bir bilgi parçasının üstüne kimyasal bir post-it notu yapıştırmasını sağlamak demek o bilginin daha sağlam işlenmesi demektir.” der. Diğer bir araştırmacı Toronto Üniversitesi’nden Prof. Rebecca Todd, Journal of Neuroscience’da yayınladığı bir makalesinde, amigdalanın bir olayı deneyimlerken en aktif halinde olduğunu bulduklarını açıkladı: “Pozitif –örneğin ilk öpüşme, bir çocuğun doğumu, bir ödül kazanmak- ya da negatif – örneğin travmatik olaylar, ayrılıklar ya da hepimizin taşıdığı acı ve utanç verici çocukluk anıları- olsunlar, etki aynıdır.”
Yani deneyimleyerek ve hissederek öğrendiğimiz zaman, beynimiz bu anılarımıza hatırlatıcı notlar yapıştırıyor. Böylelikle öğrendiklerimizi daha hızlı ve daha doğru hatırlayabiliyor ve kalıcı şekilde işleyebiliyoruz.
ความคิดเห็น